KÖY ENSTİTÜLÜ BİR ÇINAR DEVRİLDİ

Alaşehir'de uzun yıllar öğretmenlik görevi yapan Necati Yıldırım'ın kaleminden Alaşehir yılları...

Reklam
Reklam

Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı bir çınarı, Musa İnan'ı yitirdik. 1960'larda
Alaşehir Beş Eylül İlkokulu'nda müdürlük yapmıştı. Ben de 1966 yılında çiçeği
burnunda Türkçe öğretmeni olarak Ege'nin bu güzel kentine, Kız Enstitüsü'ne
atanmıştım. Böylece yollarımız Alaşehir'de kesişmişti.

Musa İnan köy enstitüsü ruhunu hiç yitirmemişti. Yüreği hep o heyecanla
çarpıyordu. Ömrünün son günlerine dek aydınlanma yolunda yürüdü. Ne zaman
telefonda görüşsek bu okulları dilinden düşürmezdi. Hasan Âli Yücel'den, İsmail
Hakkı Tonguç'tan sevgiyle, saygıyla söz ederdi.

Bu eğitim çınarının belleğine hayran olurdum. Evet!.. Onun hamuru deyim
yerindeyse köy enstitüsü ülküsüyle yoğrulmuştu. O yüzden Hasan Âli Yücel'in bir
yazısını belleğine kazımıştı. O yazıyı büyük bir heyecanla okurdu, üstelik de
ezberinden: "Hasan Âli Yücel..." derdi, "1954 yılında, Cumhuriyet gazetesinde köy
estitüleri üstüne bir yazı kaleme aldı. 'Dün bir bayram günü idi' başlıklı yazısında köy
enstitülerini anlatır..." Ardından da Yücel'in şu sözleri dökülürdü ağzından: "17
Nisan, bir bayramın tarihidir. Unutulmuş, unutturulmuş, hatta hatıra geldikçe
hafızalardan çıkarılmak istenmiş bir bayramın tarihi..."

Bu arada ben de merak etmiştim Hasan Âli Yücel'in yazısını. Hiç zaman
yitirmeden bu işin peşine düştüm. Ayaklarım beni alıp götürdü. Elimle koymuş gibi
buldum bu yazıyı kütüphanede: "28 Aralık 1938 günü Başbakan Celal Bayar beni
makamına çağırttı ve sağlık sebepleriyle çekilen rahmetli Saffet Arıkan'ın yerine
Kültür Bakanlığı'nı teklif etti. Bütün kudretim ve imkânımla çalışacağımı söyleyerek
şahsıma gösterilmiş teveccühe teşekkür ve tekliflerini kabul ettim. Bu kibar davet,
hayatımın dönüm köşelerinden biridir. Her zaman heyecanla hatırlarım. Ertesi günü
Maarif Vekilliği'ne tayinim tezkeresini aldım ve biraz sonra da Cumhurbaşkanına
takdim olunacağım haberi geldi. İnönü şimdi oturduğu köşkteki kütüphanesinde
Başbakanın da yanında Maarif Vekili olarak beni lütfen kabul etti..."

Hasan Âli Yücel'in yazısı, bir dönemi gözler önüne seriyordu: "İnönü, maarif
işlerinin öneminden söz açtı. Bu işlerde muvaffakiyetle çalışacağım ümidinde
olduğunu söyledi. İlköğretim meselesine önem verdiğini anlattı ve bilhassa Arıkan
zamanında başlamış olan eğitmen yetiştirilmesine devam etmemi belirtti..."

Beş Eylül İlkokulu gibi köklü, büyük bir okulun sorumluluğu vardı
omuzlarında Musa İnan'ın. Çalışkan, mesleğine düşkün, dürüst bir yöneticiydi.
Onurlu bir yöneticiydi. Öyle koltuk için, çıkar için rüzgârgülü gibi hiç yön
değiştirmezdi. Üstüne leke sürdürmemek için de çok dikkat ederdi. Yoksa bir kaşık
suda boğarlardı adamı. Bu arada yöneticiliği sırasında kimseye boyun eğdiği de pabuç
bıraktığı da görülmedi. Sokakta, çarşıda hep alnı açık, başı dik gezerdi. Çiğ yememişti
ki neden karnı ağrısın?..

Bir özelliği vardı ki o yönüyle herkesin hayranlığını kazanmıştı Musa İnan. O
yönüyle yer etmişti gönüllerde: Bir inceliği unutulmaz onun, bir de kibarlığı... Hani
karıncayı bile incitmemek diye bir söz vardır Türkçemizde. İşte o söz Musa İnan'a
çok yakışıyordu. Bu eğitim çınarı, gönlü zengin bir insandı. Dostlarını ağırlamayı çok severdi. Hiç unutmam!.. Bir yaz telefon etmiş, bizi Çandarlı'ya çağırmıştı. "Denizin kıyısında
oturup balık yiyelim hep birlikte." dedi. "Üç aile, üç hemşehri hasret giderelim..."

Dikili'den kalkıp gittik. Ahmet Tasarlar, kızları Hülya ve kocası İlhan Yolcu'yla
gitmişlerdi. Biz de kendi arabamızla yola düşmüştük. Musa Bey, Çandarlı'da bizi bir balık lokantasına götürdü. Orada yedik, içtik, hasret giderdik. Sonra aradan bir yıl ya
geçti ya geçmedi!.. Musa İnan, ortalıkta bir hastalığı yokken karısı Nuray Hanım'ı
yitirdi. Doksanlık delikanlı karısını yitirince yapayalnız kaldı. Akıp giden zaman
içinde Ahmet Tasar da Meryem Hanım'ı yitirdi. Ahmet Bey çabuk toparlandı, yeni
bir yaşam arkadaşı çıktı karşısına: Elif Hanım. Şimdi Alaşehir'de ikisi birlikte yol
yürüyorlar. İşte Musa İnan, işte Ahmet Tasar, işte Necati Yıldırım!.. Aydınlanma yoluna
baş koymuş üç güzel insan.

Bu güzel insanların köyleri Çal yöresinde sac ayağı gibi kurulmuştu. Büyük
Menderes Nehri'nin güneyinde Musa İnan'ın köyü vardı: Kuyucak. Yamaçta, taşların
arasında küçük bir köydü. Ahmet Tasar'ın köyü ise Büyük Menderes'in kuzeyinde, bir
tepe üstünde yer alıyordu: Çoğaşlı. "Güneşli, yüksek yer" anlamına geliyordu. Hatta
Mustafa Kemal'e verilecek soyadları arasında "Çoğaş" sözcüğü de geçiyordu. Bizim
köy ise yine Menderes'in kuzey yakasında geniş bir ovaya yayılmıştı: Medele. Ege'nin
yerli halkının, yani Luwi dilinde "geçit, boğaz" anlamına geliyordu.
Yıllar birbirini kovalarken 1960'ların sonunda üçümüzün yolu Alaşehir'de
kesişti: Musa İnan Beş Eylül İlkokulu'da müdürdü. Ahmet Tasar, Celal Şükrü
Sayınsoy İlkokulu'da öğretmen... Ben de Kız Enstitüsü'nde çiçeği burnunda Türkçe
öğretmeni... Ne var ki beni bu kentte barındırmadılar. İki yıl içinde yol göründü bana.

1950'nin başlarında bizim köyde öğretmenlik yapmıştı Musa İnan. O zamanlar
ben daha dört beş yaşlarında bir çocuktum. Musa Bey bizim köyü unutamamıştı.
Ahmet Gıdak, Mehmet Curacı adlı öğrencileri kalmıştı belleğinde. Bu arada o
yıllardaki köyün ileri gelen kişilerini de merak ederdi: Curacı Ali'yi, Kör Hacı Ali'yi
sorardı... Ardından Gadder İsmail'i, Ağa Bekir'i sorardı... Daha böyle birçok kişiyi
sayardı. Vereceğim karşılığı merakla beklerdi. Yüreğimden kopan söz ise onu üzerdi:
"Onlar çoktan öldüler... O insanlardan kimse kalmadı..."

Musa İnan 2023 yılını da ha devirdi ha devirecekti!.. 24 Kasım günü telefon
etmiş, Öğretmenler Günü'nü kutlamıştım. Sesi kötü geliyordu. "Üşütmüşüm." dedi.
Yatıyorum..." Bir hafta sonra ise acı haberini duydum. Yüreğimden bir tel koptu.
Artık bundan böyle Çandarlı'dan geçerken sesi kulağımda çınlayacak. Köy enstitüsü
çıkışlı eğitim çınarımızı sevgi ve saygıyla anıyorum.

köy enstitüsü alaşehir köy enstitüsü alaşehir öğretmen